Hemen hepimiz hayatımızın belli döneminde annemizden veya babamızdan ” şimdi bizi anlamıyorsun ama ileride çocuğun olduğunda göreceksin” cümlesini duymuşuzdur. Ve yine hemen hepimiz o zamanlar ne diyor bu adam/kadın diye içimizden geçirmişizdir. Aslında tam da böyle gerçekten insan Anne / Baba olmanın ne demek olduğunu yaşamadan, tatmadan bilemiyormuş. Benim bu duyguyu tam manasıyla kavramam, baba olmak ne demek anlamam bundan tam olarak 38 ay öncesine denk geliyor.
18 Ağustos 2009 oğlum’un dünyaya gözlerini açtığı gün. İlk günlerde açık söylemek gerekirse Allah’ın size nasıl büyük bir nimet bahşettiği’nin farkına varmıyorsunuz. Ancak günler geçtikçe özellikle sizi tanımaya başladıktan sonraki duyguları tarif etmek için benim kelime hazinem ve dil bilgim yeterli olmayacak. Aslında o günden sonra hiçbir şey’in eskisi gibi olmayacağını biliyordum. Ama o küçük şey’in beni hayata bağlayan yegane varlık , hayatımda benim için önemli olduğunu sandığım diğer tüm değerleri yeniden gözden geçirmemi, belkide geçirmeme gerek kalmamasına neden olacağını tezahür edememiştim. Ben eski nesillere göre geç yeni nesillere göre erken sayılabilecek bir yaşta baba oldum. 27 yaşındaydım oğlumu kucağıma aldığımda ve bence bu çağda özellikle erkekler 27 yaşında henüz büyümemiş oluyorlar. Sanırım bundan dolayı “Baba” olgusuna alışmam biraz zaman aldı. Ama o küçük şey ilk defa baba dediğinde insan başka bir hal alıyor. Daha önceleri yapmam! yapamam! nasıl olur? öyle şey olur mu ? tepkilerin yerini yine aynı olaylara tabi ki böyle şeyler olur tabi ki yapmak gerekiyor gibi tepkiler alıyor.
Dediğim gibi henüz büyümemiş’tim belkide şiirde Yılmaz Erdoğan’ın dediği gibi büyümeye direniyordum ama artık çok büyük bir sorumluluk vardı üzerimde. Bir canlının sorumluluğu ve artık bu ağır sorumluluğun bilinci ile hareket etmem gerekiyordu. İçinde bulunduğum ruh halini daha iyi anlatmam için Yılmaz Erdoğan’ın mısralarını okumanız yeterli olacaktır.
Yılmaz Erdoğan — Kızım Berfin’e
Berfinim İçimin güler yüzü Yaşanılası iklimim hoşgeldin (Adımın çapraz yazılması kimin Umrunda Denize düşen yılana öykünür Biraz da Bir aralık sızıverdin işte Ömrümüzün en gevrek zamanı Çıt diyor kırılıyoruz Öfke kadar saydamız o zamanlar Ve kırılgan Bıçak kadar Kızım demeyi öğrettiğin için O tanrısal kokun Ve gülüşündeki baban için Ki hala zilleri çalıp kaçmak istiyorduk Yarım yamalak aşk kırıntıları Tabakta bırakılmış, yazık atılacak bir sevda Haritası Hatta el değmemiş delilikler istiyorduk Çocuktuk daha Büyümeye direniyorduk İş toplantılarında lolipop zamanlar düşlüyorduk Ama sızıverdin işte Bir avuç yeşil gevrek rokaydık Mayışmamıza bir limon yetecekti Biz garsonu bekliyorduk Sen çıkageldin Hoşgeldin berfinim Kızım kızgınlığım Bilmiyorduk daha Objektiflerin objektif olmadığını İkimize yeter sanıyorduk ikimizin toplamı Meğer doyurmak çok zormuş İçimizdeki hayvanı Habersiz geldin, kusura bakma Ortalık biraz dağınıktı Şimdi hemen toparlarız sanıyorduk Olmamıştık daha İşin zor kızım Hem büyüyecek Hem bizi büyüteceksin Baban mı var, derdin var kızım Hoşgeldin kızım İçimin gülen yüzü, hoşgeldin.

Oğlumun ilk hasta olduğu ve nefes alışveriş’ini gördüğümde işte o gün anladım sanırım babamın bana yıllardır ne demek istediğini. Elinizden bir şey gelmiyor ama basit bir burun tıkanıklığı sizi ne hale sokuyordu. Sonra sizin gençlik dönemlerinizde yaptıklarınız annenizin en çokta babanızın söyledikleri geliyor aklınıza. Hani o sessiz duran her şeye karışmayan ama içten içe sizi düşündüğünü bildiğiniz babanızın söyledikleri.
Oğlum merak ediyoruz, geç kalma, dikkat et, nerdesin ve daha neler neler….
işte o anda aslında aklınız başınıza geliyor ve o müthiş çok kısa ama içinde binlerce anlam taşıyan cümle geliyor ” Oğlum baba olunca anlarsın” evet baba olunca anladım. Anladım evlat ne demek, anladım bir canlının sorumluluğunu almak ne demek, gözlerinden akan yaşı bırakın burnundan akamayan bir sıvının içinizi ne kadar acıttığını anladım. Ve şunu da çok iyi anladım gerçekten annelik / babalık dünyanın en keyifli ancak bir o kadarda ağır işi.
Babam ve oğlum filmini ilk izlediğimde çocuğum yoktu hatta evli dahi değildim ve açık söylemem gerekirse beni şu anda olduğu kadar etkilememişti. Aşağıda paylaştığım sahneyi sanırım 50 defadan fazla izlemiş olmama rağmen halen bende aynı etkiyi yaratıyor. Özellikle babanın ( Çetin Tekindor ) oğlu’na ( Fikret Kuşkan) söylediği gördün mü evlat ne demek sözüne oğlunun gördüm baba peki sen bilirmisin diye başlayan repliği filmin en güzelve en iç burkan sahnesidir bence.
Sadık- İyi akşamlar baba Hüseyin- Ne akşamı senin saatten haberin yok herhalde. Sabah 6. Sadık- Afedersin ters bir zaman oldu. Hüseyin- Sadık senin her işlerin, her zamanların ters Sadık- Baba ne olur kavga etmeyelim, bunu çok yaptık zamanında hiçbir şey olmuyor, hiçbir şey değişmiyor, bunu sen de gördün, konuşmamız gereken şeyler var Sadık- Sigara? Hüseyin- İçmem degiştirince öksürtüyor Sadık- Baba buraya niye geldiğimi bilmiyorsunuz, aslında bir nedeni de olmamalıydı çıkıp gelmeliydim ama olmadı… ben… adım sadık, abiminki salim… Hüseyin- E ne olmuş benimki de hüseyin Allah Allah Sadık- Neden bu isimleri koydun bize baba? Bu kadar mı korktun taa en başından beri bizden? bu kadar mı yön vermek istedin hayatımıza bize, ben kendi yolumu bulmak isteyince he! Hüseyin- Senin yol dediğin… … Biz seni ziraat okuyasın diye gönderdik İstanbul’a anarşik olasın diye değil! Sadık- He tam da ben bunu diyodum işte baba. Beni okumaya gönderdin dimi ziraat fakültesine başka tercih yok okuyup mühendis olacan, çiftliğin başına geçecen burda kalıp Birgül’le evlenecen! Hayatımı, okulumu, her şeyimi sen seçtin. Ben bundan nefret ettim biliyo musun baba! Hüseyin- Bencilsin diyon bana öyle mi? Birgül dedin ya, sen gittikten sonra o kızın hali nice oldu bunu hiç düşündün mü? Kaç yıl durmadı kızın gözyaşı senden ötürü… Bana bencil diyene bak get işine.. Sadık- Bana gittin diyosun baba ama ben gitmedim, gidemedim, kalamadım evim nerde bilemedim; çünkü aklımın bir tarafında bir köşesinde hep sen vardın, seninle bu… bu olmamışlık, bu küslük… insanın dönebileceği bir evinin olmaması ne demek biliyo musun baba? Elimi neye attıysam kurudu. Karım öldü. Bir zamanlar aynı yola baş koyduğum arkadaşlarım reklam şirketlerinde, iktidar borozanı çalan gazetelerde acıyıp bana iş verdiler. köpeğe kemik atar gibi… kendilerini temizlemek, ruhlarını temize çıkarmak için… dur! konu bu değildi. ben başka bişey diyodum. hah tamam. ev diyodum. baba buraya niye geldim biliyo musun! Deniz’e bir oda ver, onu yanına al, burada büyüsün, bi evi olsun, gidecek başka hiçbir yeri yok. Hüseyin- Yaa, gördünmü evlat ne demek, zor geldi demi, bakamıyon demi çocuğa, gördün mü evlat ne demek Sadık- Gördüm baba, görmem mi hiç, peki sen hiç bir çocuğun büyüyeceğini görememek ne demek bunu bildin mi? Hiç bilir misin bu duyguyu? Hayat devam edecek, birileri yeni kitaplar yazacak okuyamayacaksın, yeni filmler çekilecek izleyemeyeceksin, sevdiğin bir şarkıyı bir daha dinlemek isterken dinleyemeyeceksin… Bunlar kolay alışır insan; ama onu büyürken izleyememek, yanında olamamak, ilk kız arkadaşını göremeyecek olmak, Sadık- Baba! yüreğim yangın yeri gibi biliyor musun? gözü arkada kalmak böyle birşey galiba…kaç gündür onu itmek istiyorum bana sarılınca, beni sevmesin diye kaç gündür uğraşıyorum ama yapamıyorum… onun hayatında yutkunamadığı bir yumru olacağım için de kendimden nefret ediyorum! ona bir oda ver baba, bir evi olsun, ama zaman zaman da çıkıp gidebileceği bir ev… ona söylemek istediğim o kadar çok şey var ki… sen söyle ona baba… ona de ki… … …. … Hüseyin- Sadık… Sadık!.. Sadık evladım sadık kendine gel…sakine! sakineee!!! nerdesiniz ya. düştü düştü birden yere düştü. dayan. ben geliyorum. oğlum sadık!…
Babanızın ve evlatlarınızın kıymetini bilmeniz dileğiyle…